Mükemmelliyetçilik

Mükemmelliyetçilik

Göğsünü gere gere “ben mükemmeliyetçiyim” diye kendini tanımlayanlar, genelde bu durumu iyi bir özellik olarak algılarlar. Peki, gerçek böyle midir?

Mükemmeliyetçilik,  bireyin  başarı ve davranışları ile ilgili belirlediği  yüksek hedeflere ulaşma beklentisi olarak tanımlanabilir. Mükemmeliyetçilik bulaşıcıdır. Birey bu beklentisini kendinden olduğu kadar diğer insanlardan da bekler duruma gelir.

Mükemmeliyetçilik bir davranış alışkanlığıdır! Kişinin kendinden ya da başka insanlardan beklediği yüksek performans ; olanı olduğu gibi kabullenmeyi engelleyen bir durumdur. Oysa,  işleyişte daha iyiye ulaşmak için, öncelikle içinde bulunan mevcut durumu “olduğu gibi” kabul etmek gerekir. “Olması istenen”  şeklinde bakıldığında, olanın seviyesi daha düşük  görülür. Durum “olumsuz bakış açısı” ile değerlendirilmiş olur ki bu da hedefe giden yolda  motivasyonu  azaltır. Kısaca mükemmeliyetçilik,  olumlu ve olumsuz sonuçlara neden olabilir.

Alışkanlıklar, düşünce ve davranışların tekrarlanmasıyla oluşur. Mükemmeliyetçiliğin temelinde; çocuğun genetik yatkınlığının yanı sıra,  anne-baba tutumları ve çocuğun rol model olarak alabileceği çevresindeki tüm insan davranışlarının (öğretmen vb. ) katkısı  vardır.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini incelediğimizde; en temel ihtiyaçların sıralanmasında, fizyolojik ve güvende olma ihtiyaçlarından sonra sevme-sevilme, ait olma  ihtiyacının yeraldığını  görürüz. Bu ihtiyacın ilk karşılandığı kurum ailedir. Her insan sevmek ve sevilmek ister. Ancak sevgi “koşulsuz “ olduğunda değerlidir.

Çocuğun aile bireyi olarak varlığının önemi ve değeri, her haliyle koşulsuz sevildiği  ve kabul edildiği çocuğa aktarılmalıdır. Ebeveyn beklentilerinin yüksek olması, eleştirel bir dil kullanılması  mükemmeliyetçilik için zemin hazırlayabilir. Çocuk, bir şeyi “yaptığında ” ya da” iyi yaptığında” sevgi gösterilmesi ; yapamadığında ise abartılı tepki, eleştiri ya da  ceza verilmesi çocukta (sevilmiyor muyum?) kaygıya sebep olur. Onaylanma ve kabul görme isteği,  bireyi eyleme geçiren en önemli unsurdur.  Daha çok onaylanma  ve sevgi  görmek ya da eleştiri veya ceza almamak için çabalarını artırır. Yaptığı şeylerle çevresinden olumlu yönde onay alırsa, eylemlerini yapmayı sürdürür. Başarıyı getirdiği için, bu olumlu etkisidir.Bu sırada farkında olmadan  bu onaylanma  ihtiyacına bağlanır. Bağlılık, daha sonra aynı tavrı sürdüren öğretmen, yönetici, eş gibi yakın ilişkide olduğu ve sevgi- onaylanma ihtiyacı  duyduğu insanların da  beklentilerini  karşılamak için sürekli yüksek performansta çalışmak zorunda kaldığında bağımlılık halini alır ki; ki bu da bireyi çok yoran bir durumdur. Çünkü “beklentiler sınırsızdır”. Oysa insanın zamanı ve kaynakları sınırlıdır.

Mükemmeliyetçilik,  bireyin sınırlarını sürekli zorlayan bir baskı unsuru ve bunun sonucunda  stres kaynağı olduğunda, sonuç başarı yerine başarısızlık olmaktadır. Zihin ve davranışlar birbiriyle bağlantılı olarak ve birbirini etkileyerek yol alır. Mükemmeliyetçiliğin artçıları olarak: erteleme, başlamada güçlük,  olanı ve yapılanı küçümseme, “ya hep, ya hiç mantığı”,  eleştirel bakış açısı, olumsuza odaklılık, -meli -malı ile biten zorunluluk cümleleri, eleştirilere tahammülsüzlük  (bireysel alınganlık) ve genelde memnuniyetsizlik!

Mükemmel insan var mıdır? Yoktur elbette. İnsanoğlu o kadar çok yönlü bir canlıdır ki, bir yanını mükemmele ulaştırmaya çalışsa, diğer yandan geri kalacaktır. “Mükemmel, iyinin düşmanıdır” derler. Gerçekten de mükemmelin peşinde koşarken iyiyi fark edemediğini sonradan fark eden örneklerle doludur insan yaşamı.

Mükemmeliyetçilik, bireyin kendisinin farkında olması gereken bir alışkanlık olup, değiştirmek isterse;  yeni bir beceriyi, KENDİNDEN MEMNUN BEN’İ  kazanmak için kendisine biraz zaman ayırması gerekecektir.

Kendinizin, yapabileceğinizin, olabileceğinizin İYİSİ olmanız, ve bundan da MEMNUN olmanız dileğiyle…

https://www.mygazete.com/yazilar

Bu yazıyı paylaş

Profesyonel Destek İçin

Bize Ulaşın

Online Seans Talebi