Kanser ve Duygusal Zeka İlişkisi

Kanser ve Duygusal Zeka İlişkisi

İnsan; beden, zihin ve ruhsal olarak bir bütündür. Bütünün işleyişi çok karmaşık olup, farklı sistemlerin tek ve ortaklaşa çalışmalarını kapsar. Her bir parça hem özgün çalışmasını yapar, ayrıca bütünü oluşturan diğer parçaların çalışmalarını etkiler, aynı zamanda çevresinden de etkilenir. Tıpkı dünya, güneş, ay, diğer gezegenler ve yıldızların uzaydaki birlikteliği gibi…

Kanser; vücudun herhangi bir organında, çeşitli risk faktörlerinin etkisiyle hücrelerin aşırı çoğalmasıyla ortaya çıkan malign (kötü huylu) bir hastalıktır. Her organda köken aldığı hücre grubuna göre farklı türde kanserler oluşabilmektedir. Kansere neden olan risk faktörleri çok çeşitli olabildiği gibi, bu risk faktörlerinin seçtiği “hedef organ” da bireysel farklılık göstermektedir.

Yaşam, bireysel bir performanstır. Ancak sağlıklı yaşamı gerçekleştirmek bir ekip işidir.
Bu ekipte atalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz, anne-babamız, yaşadığımız coğrafya, bunların etkilediği genetik yapımız, yediğimiz, içtiğimiz, düşündüğümüz, hissettiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, söylediğimiz ve deneyimlediğimiz her şey vardır. Tüm bunları nasıl anlamlandırdığımız ise, içsel dünyamızı oluşturur. İçsel dünyamız, tıpkı parmak izi gibi, tamamen bize özeldir.

Kanserle ilgili risk faktörleri arasında: yaş, cinsiyet, genetik, beslenme, elverişsiz yaşam koşulları, sigara-alkol gibi zararlı alışkanlıklar yanısıra, günümüzde en önemli risk faktörü olarak kabul edilen “stres” (olumsuz duygusal alışkanlıklar) yer almaktadır.

İnsan bedeninde birçok organ ve bunların oluşturduğu sistemler, hem kendi içerisinde özerk, hem de hormonlar ve bağışıklık sistemi aracılığıyla birbirini etkileyen diğer sistemlerle birlikte, koordine bir çalışmayı sürdürürler.

Yaşam tıpkı bir senfoni orkestrası gibidir.
Her bir alet, yapısı, işleyişi ve çıkardığı ses olarak farklı, ancak bir araya gelince çok sesliliğin ortak müziğini oluşturmaktadır ki bu, her insanda eşsiz bir “yaşam melodisi” ni ortaya koyar.

Senfoni orkestrasında, kendi çalışmalarına odaklı tüm müzisyenlerin bazen tek, bazen birlikte yapacakları uyumlu çalışma için bir şefin liderliğine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, müziğin ritmini tutturmak mümkün değildir.

Yaşamın orkestra şefi Zihindir!

Düşünce ve duygular, anılar, değerler, hafızanın tamamından oluşan zihin, koca bir yaşamı başı üzerinde taşır adeta. Ve de zihinde var olan duygu ve düşüncelerin türü, miktarı, hissi ve bunların süresi şefin performansını etkiler. Dolayısıyla şefin gözünün içine bakan bedenin tüm elemanları da, karınca kararınca bu performanstan nasiplerini alırlar.

Şefi etkileyen duyguların ortaya çıkması birçok şekilde olabilir. Geçmişten gelen bir anı, anda yapılan bir hareket, söylenen bir söz, bir müzik, bir hediye, bir tat, bir resim olabildiği gibi, gelecekle ilgili hayaller ve tüm bunların hissettirdikleri…

Hisler, algılama ve anlamlandırma biçimi kişiye özeldir. Aynı olayı yaşayan iki kişi daha önceki zihinsel kayıtlarının farklılığından dolayı farklı duygular hissedebilirler. Çünkü zihindeki her bir kayıt ve kodlama eşsizdir ve bireye özgüdür. Aynı filmi seyrederken, biri hıçkıra hıçkıra ağlarken, diğeri bunu abartı, hatta saçma olarak değerlendirebilir.

İnsanı hasta (kanser) eden, hissettiği olumsuz duygulardır.
Olumsuz duygu hissetmemek mümkün mü? Her olumsuz duygu hisseden neden kanser olmuyor? ya da benzer olumsuz duyguları yaşayanlar neden farklı reaksiyon gösteriyorlar?  dediğinizi duyar gibiyim.   Kişiye zarar veren olumsuz duyguların bireysel anlamlandırılması ve yakın tondaki birçok olumsuz duygunun zihinde “aynı etkiyle” biriktirilmesidir. Ayrıca, bu olumsuz duyguların yoğunluğu ve süresi de diğer önemli faktörlerdir.
Yani; taşı delen, damlaların sürekliliğidir.
Keskin sirkenin küpüne zarar verdiği, bilinen bir gerçektir. Önemli olan sirkenin bekletilerek keskinleşmesine ve bedene zarar vermesine engel olabilmektir. Bunun için duyguların dışa vurulması gereklidir ki, bu da her birey için başka başka yoldan olmaktadır.
Bunun nasıl yapılacağı, öğrenilebilir ve geliştirilebilir bir beceridir ki, bunun yolu duygusal zeka’dan geçer.

Yoğunluğu artan ve sürekliliği devam eden olumsuz duyguların etkisiyle orkestrayı yöneten şef; bir notayı yanlış işaret ettiğinde, önce bir alet, sonra, birbirini izleyen diğerlerinin çalışmaları da etkileneceğinden, müziğin ritminde bir uyumsuzluk başlar ve çoğalan kontrolsüz sesler “yaşam melodisi” ni olumsuz etkiler.

İyi bir orkestra şefi; öncelikle, duygu ve düşüncelerinin bilincinde olmalıdır. Tıpkı, hangi notanın hangi sesi çıkardığını, bunların tınısı arasındaki farkı, notalara birlikte basıldığında neyin güçlendiğini, ya da sesi inceltmek ve hafifletmek için hangi notanın çıkartılması gerektiğini bildiği gibi…

Yaşam melodinizin nasıl olmasını istersiniz ? diye sorsam,

Aman “kötü ses çıkmasın” diyenlerden misiniz?

Yoksa, “harika bir müzik” olsun diyenlerden mi?

Aradaki fark, işin püf noktasıdır, bunu bilmek ve öğrenmek isteyenlere sesleniyorum:

Duygusal zeka becerileriyle “canlılık ritminizi “ yeniden yükseltebilir,  kendi yaşamınızın  “usta orkestra şefi” olarak hem kendi harika müziğinizi yapar, hem de gelecek nesillere güzel bir eser bırakmak için evrenin müziğine iyi yönde katkı koyabilirsiniz.

Seçim sizin…

Sağlıklı, mutlu, başarılı kalın!

Bu yazıyı paylaş

Profesyonel Destek İçin

Bize Ulaşın

Online Seans Talebi