Gül ve Diken

Gül ve Diken

Birçok duygu ve düşüncemi sosyal medyada paylaşırken, çoğunlukla farklı renk ve şekillerde olsa da “gül” fotoğrafını seçtiğimi fark ettim. Neydi beni güle çeken?  diye düşünmeye başladım.
Gülün anlamı nedir? diye sordum kendime, bir yandan da arkadaşlarıma yönelttim aynı soruyu… Yanıtlar arasında huzur, mutluluk, aşk, kıymet gibi tek  sözcükle  açıklayanların  yanı sıra, “Sevmek, aynı zamanda dikene katlanmaktır” ya da  “Aşk, diken batmasını hissetmemektir, gülü hissetmektir” diye yorumlarını ekleyenler de vardı.

Aslında tüm anlamlardaki ortak düşünce gülün özünde  “sevgi”yi barındırdığı gerçeğiydi. Tıpkı insanlar gibi…İnsanın da özünde sevgi vardır. Beni güle çeken şeyin de anlamında barındırdığı yaşam enerjisi “sevgi” olduğunu ve insanla gülü özdeşleştirdiğimi keşfettim. Benim için harika bir aydınlanma anıydı o an.

Farklı görünümleri, renkleri, cinsleri ve kokularına rağmen, özünde aynılıkları ve muhteşem bir güzelliğin yanında, dokunduğunda acıyla kıvrandıran dikenleri…

Tıpkı, insanın söylediği bir söz, fırlattığı bir bakış, ya da yaptığı bir davranış gibi… Ha parmak ucuna saplanan gülün dikeni, ha yüreğine  dokunan acı söz, ikisinin de etkisi aynı.
Doğayı incelemek ve her canlıyı kendi doğasında kabul etmek en büyük erdemdir. Meslek hayatım insan bedenini incelemekle geçti diyebilirim, içimi acıtan hastalıklarıyla. Oysa şimdi koçluk sorularıyla insanların özündeki güzelliklere dalışlar yapmalarını sağlıyor; onlarla buluşmalarının heyecanı ve mutluluğunu paylaşıyorum.

Dikeni olduğu için gülü suçlayamayız.  Ya da dikeni var diye gülü sevmemek olmaz. Peki, insanların dikensi çıkıntıları için ne yapabiliriz?

Biz insanları, doğadaki diğer canlılardan ayıran düşünme ve karar verme yetimizi kullanabiliriz. Öncelikle, kendi dikenlerimizin neler olduğunu fark etmeliyiz. Bunları can acıtmayacak şekilde törpülemek ve rahatsızlık vermeyen sade  “gül yaprağı” halini almak ancak bilinçli bir çabayla mümkündür. Beni çok etkileyen bir “kıssadan hisse” yi yazmadan geçemeyeceğim.

Uzakdoğu’da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyormuş. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı gelmiş. Kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yokmuş. Yabancı kapıda öylece durmuş ve beklemiş, çünkü burada sezgisel buluşmaya inanılıyormuş. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekmiş.

Bir süre sonra kapı açılmış, içerdeki budist rahip, kapıda duran yabancıya bakmış. Bir selamlaşmadan sonra aralarında sözsüz anlaşmaları başlamış. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyormuş.

Budist rahip bir süre kaybolmuş, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla dönmüş ve bu kabı yabancıya uzatmış. Bu, “yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz” demekmiş.

Yabancı tapınağın bahçesinden aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bırakmış. Gül yaprağı suyun üstünde yüzmeye başlamış ve suyu taşırmamış.

İçerideki budist rahip bunu görünce saygıyla eğilmiş ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye almış. “Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer var” anlamında…

İnsan ilişkilerinizde, yaşam enerjisi sevginin ve güzelliklerin temsilcisi “gül yaprağı” olarak yol almanız dileğiyle…

Bu yazıyı paylaş

Profesyonel Destek İçin

Bize Ulaşın

Online Seans Talebi